Ne sıcak, ne soğuk… Serin Olmak…

1Bu sözü yıllar önce Gazi Mahallesinde Baba Destek Programı uygulanırken duyduğumdan beri aklımın hep bir tarafında tutarım. Bu sözü söyleyen, 60’lı yaşlarda, okuma yazma bilmeyen ve 6 yaşındaki oğlu için ısrarla eğitime devam eden Ali amcadan duydum. Ali amca konuşkan bir katılımcıydı ve ne vakit söz alsa eğitimci bir türlü toparlayamıyor ve Ali amcanın sözünü kesmek durumunda kalıyordu. Sözünün kesildiği anlardan birinde Ali amca sinirlendi ve sesini de biraz yükselterek “Hoca, hoca eşle, çocukla serin olacan diyorum, serin” dedi.

Aslında Ali amca, gelişim psikolojisi ve aile eğitimleri literatürünü, bir cümle ile özetlemiş ve saptamasını yapmıştı. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın kültürlerarası psikoloji alanında ödül almasına temel teşkil eden “ Özerk İlişkisel Benlik Kuramı” nın kısa bir özeti gibi bu cümle.* (Çiğdem hanım bu sözüme ne der, nasıl yorumlar merak ediyorum.)

Özerk İlişkisel Benlik Kuramını tanıtabilmek için öncelikle kavramları biraz açmak gerekiyor. Çocuğun benlik gelişiminde iki temel dinamikten bahsedilebilir. Bunlardan ilki anne baba sevgisi, diğeri ise anne baba denetimi.

Anne baba sevgisi daha çok biyolojik/ evrimsel süreçlerle açıklanabilirken, anne baba denetimi sosyo kültürel yapı, norm, değer ve adetlerden etkilenmektedir. Bu durumda anne baba sevgisinin evrensel bir yapısı olduğu ve değişkenliklerinin çevresel ve patolojik olabileceği söylenebilir. (Çiğdem Kağıtçıbaşı’)

Anne baba denetiminin ise kültürden, kültüre (hem ülkeler arasında, hem de kırsal kentsel ayrımında) değişkenlik göstereceği söylenebilir.

Bu saptamanın gündelik hayattaki yansıması ne? Bazıları için hayal kırıklığı olabilir ama, başka ülke insanları da çocuklarını bizim sevdiğimiz kadar seviyorlar. Her ne kadar bir sevgi ölçer olmasa da sevgiyi belirleyen unsur, tecavüze uğramak, istenmeyen gebelik, savaş ve göç durumu, travmatik yaşantılar vs gibi kişinin yaşantısına dokunan olaylarla belirleniyor ve farklılaşıyor olması.

Anne baba denetimi ise kültüre bağlı bir durum. İlgili kitapta bununla ilgili birçok araştırmadan bahsediliyor. Mesela Japon ergenler gevşek denetimi sevgi eksikliği olarak tanımlarken, batıda sıkı denetim sevgi eksikliği olarak görülüyor. Çiğdem hanım, bu durumu sosyal karşılaştırma süreci ile açıklıyor. Yani serbest anne babalığın kabul gördüğü Batı toplumlarında, sıkı anne baba denetimi “normal” olmadığından, çocuk tarafından sevgisizlik olarak yorumlanırken, Doğu toplumları için bu algı tam tersine dönüyor.

Anne baba denetiminde önemli bir ayrım ise psikolojik denetim ve davranışsal denetim ayrımı. Bu ayrımı daha net anlayabilmek için, Transaksiyonel Analiz yaklaşımının Simbiyoz kavramı ile bakmakta fayda var. Simbiyoz biyoloji kökenli bir kavram. Asktion sitesinde türleri ve tanımı aşağıdaki gibi veriliyor.

Simbiyotik yaşam canlılar arası ortak yaşam ilişkileridir. Birbirine benzemeyen, iki veya daha fazla sayıda organizmanın, birbirine daima yarar sağlama zorunluluğu olmaksızın, geçici veya sürekli bir
şekilde yürüttüğü birlikte yaşam biçimidir. Simbiyotik ilişkiler kommensalizm, mutualizm ve parazitizm olmak üzere üç farklı şekilde görülmektedir.
Kommensalizm (Tek Taraflı Ortaklık):
Birlikte yaşayan iki canlıdan birinin yarar gördüğü diğerinin ise ne yarar ne de zarar gördüğü durumdur. Örneğin bazı yüksek gövdeli ağaçlar üzerinde yaşayan otsu çiçekli bitkiler, ağacın gövdesine tutunmaları sayesinde güneş ışığından daha etkin bir biçimde yararlanabilirken, ağaç ise bundan herhangi bir zarar görmemekte veya yarar sağlamamaktadır. Kommensal yaşayan bireyler, birbirlerinden ayrı olduklarında da yaşamlarına devam edebilirler.
Mutualizm (İkili Ortaklık):
Her iki organizmanın karşılıklı yarar sağladığı simbiyotik ilişkilerdir. Birlikte yaşamak bir anlamda evrimsel açıdan zorunlu hale gelmiş ve artık “zorunlu simbiyoz” adını almıştır. Örneğin alg ve mantar birlikteliğinden oluşan likenlerde, mantarın görevi alge inorganik madde ve su sağlamaktır. Alg ise, fotosentez sonucunda, bu birlikteliğe gerekli olan organik molekülleri sentezler ve oksijeni üretir.
Parazitizm (Asalaklık):
Çifti oluşturan canlılardan birisinin (parazit) yarar, diğerinin zarar gördüğü (konak) birlikteliktir. Yani bir canlının bir başkasının üzerinde ona zarar vererek yaşamasıdır. Örneğin bağırsakta yaşayan tenyalar ve solucanlar gibi.

Bu kavramlar yani serin olmak, özerk ilişkisel benlik, anne baba denetimi, psikolojik ve davranışsal denetim ve simbiyoz arasında nasıl bir bağlantı var. Yeni doğan ile bakım veren arasında bağımlı bir ilişki vardır. Çünkü yeni doğan kendi ihtiyaçlarını karşılama konusunda yetkin ve yeterli değildir. Bu durumda kurulan (bağımlı) simbiyotik ilişki sağlıklı ve hatta yaşamsaldır. Bakım veren olmadan hayatta kalamaz ve büyüyemez. Bu durum psikolojik açıdan bakım veren için de yaşamsal ve işlevseldir. Varoluşu onanır ve desteklenir. Bu duruma Eric Berne sağlıklı sembiyoz diyor. Çocuk gelişimini düşündüğümüzde bakım veren ve çocuk arasındaki ilişkide dört aşamalı bir simbiyoz süreci var.
1. Aşama “Bağımlı ilişki”: Bakım veren ve yeni doğan ilişkisinde olduğu gibi ihtiyaçlarının farkında olmayan bireyin ihtiyaçlarının bir diğeri tarafından karşılandığı durum.
2. Aşama “Karşıt bağımlı ilişki”: Yeni doğan yaş almaya başlıyor, yürümeye, konuşmaya, ihtiyaçlarını farkında olarak ifade etmeye başlıyor. Çocuk veya birey bu dönemden itibaren kişiliğini de geliştirebilmek için itiraz etmeye ve ihtiyaçlarını kendi istekleri doğrultusunda karşılamaya çalışıyor. Erken çocukluk döneminde hayır deme, itiraz etme ile başlayan dönemin, ergenlikte daha da görünür olması bu süreci anlamayı kolaylaştırabilir.
3. Aşama “Bağımsız ilişki”: Kişiler biraz daha yaş aldıklarında bu sefer bakım verenle ilişkilerini minimumda tutarak büyüdüklerini ve artık tek başlarına ayakta durabildiklerini göstermeye başlarlar. Bakım verenlerin “Artık evi otel olarak kullanıyor.” “Biz var mıyız? yok muyuz? belli değil” ifadelerine konu olan dönem geliyor.
4. Aşama “Bağlı ilişki”: Kişi biraz daha yaş aldığında artık kendi başına ayakta durabiliyor. İhtiyaçlarının farkında ve ihtiyaçlarını kendi imkanları ile karşılayabiliyor. Bunun yanı sıra bakım verenler ile etkileşimi ve iletişimi kaybetmiyor ve onlarla temas halinde kalmayı sürdürüyor.

Özerklik kişinin kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi ve bağımsız hareket edebilme yetkinliğine ulaşabilmesidir. Yani gelişim sürecinde üçüncü aşamaya gelebilmesi sürecidir. Batı toplumlarında çocuk yetiştirme yaklaşımı 18 yaşından sonra çocuğun kendi yaşamını kurması üzerine kurulmuştur. Bu esnek anne baba denetimini içeren bir çocuk yetiştirme tutumunu beraberinde getiriyor. Bu yaklaşımın arkasında tabii ki bazı toplumsal dinamikler var. Sosyal güvencenin tesisi yaşlılık döneminde ebeveynlerin çocuklarına yönelik maddi beklentilerini ortadan kaldırıyor.

Doğu toplumlarında ise süreç biraz daha farklı işliyor ve bağımlı ilişkicocuk kurmaya yönelik bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Çocuğun anne babaya bağımlı olması aynı zamanda anne babanın da çocuğa bağımlı olması anlamına geliyor. Ben çocukken ona bakacağım, yaşlandığımda da o bana bakacak mantığı bu aşama da devreye giriyor. Her ne kadar kentleşme ve yalnızlaşma ile birlikte Doğu toplumlarındaki dinamikler de değişimler gösteriyorsa da bu genel çerçeve varlığını koruyor.

Biri bağımlılığı, diğer bağımsızlığı temel alan bu iki yaklaşımın da kendi içinde biraz sorunlu var. Bu aşama da özerk ilişkisel benlik kavramı veya serin olmak tabiri devreye giriyor. Evet özerklik önemli çocuk belli bir yaşa geldiğinde kendi ayakları üzerinde durabilmeli, özgün düşünen, davranan, hisseden bir birey olmalı, yanı sıra ilişkisel yönü yani anne, baba ile temasını da özgün bir birey olarak devam ettirmesi, ve etkileşim halinde olması da önemli. Yani simbiyozun 1., 2. ve 3. Aşamalarında kalındığında tam sağlıklı gelişim olmuyor. En azından bizim toplumumuzda aranan 4. Aşama yani karşılıklı bağlı ilişki. Yani ne sıcak, ne soğuk serin ilişki.

Peki bu nasıl mümkün olabilir? Kişiler arası simbiyoza daha derinlemesine baktığımızda düzeyleri olduğunu görürüz. Bu düzeylerden ikisi psikolojik ve fonksiyonel düzey.

Psikolojik bağımlılık veya simbiyoz kişinin varoluşuna yönelik simbiyozdur. Benim yaşantım sana bağlı düzeyidir. Çocuğum için saçımı süpürge ettim, onun için işime devam etmedim, onun için yaşamımda kendi istediklerimi erteledim ve yok saydım yaklaşımıdır. Neden böyle bir ilişki kurar insanlar? Çünkü varlığınıza birisi tarafından ihtiyaç duyulduğunu hissetmeyi ve var oluşun onanmasını sağlar. Çoğu zaman başkasının ihtiyaçlarına odaklanıp onlarla yaşamak, kendi ihtiyaç ve isteklerinizle yüzleşmekten daha kolay olabilir.

Fonksiyonel simbiyoz ise duruma ve davranışa odaklı bağımlılıktır. Yani konuya odaklıdır. Ayakkabılarını bağlamayı bilmeyen çocuğa ayakkabı bağlamayı öğretmek, hasta birine ilaçlarını vermek, okuma yazma bilmeyen çocuğa okuma yazma öğretmek, okula yürüyerek gidemeyen çocuğu okula götürmek v.s. Ta ki o kişi o bilgiyi veya beceriyi öğrenene kadar kurulan bağımlı ilişki. ( Geçenlerde bir arkadaşımın paylaştığı anektod, fonksiyonel olan ve olmayan simbiyozu çok iyi açıklıyor; Birinci sınıfta okuma yazma öğrenme sürecinde kurduğunuz ilişki ne kadar sağlıklı bir sembiyoz ise lisede okuyan çocuğunuzun okuma v özet yazma ödevini onun yerine sizin yapmanız bir o kadar sağlıksızdır. Çocuğunuzun sürücü kursu, üniversite kaydını sizin yaptırmanız, veya 5 yaşındaki çocuğa yemek yedirmeniz gibi.)

Çocuk özelinde düşündüğümüzde kanunlar çerçevesinde bir çocuk 18 yaşına kadar bağımlıdır. Devlet koruması altındadır. Onun temel ihtiyaçları ailesi, yoksa devlet tarafından karşılanmak durumundadır. Biz yetişkinler onların sağlıklı büyümesi için gerekli olan imkanları sağlamak durumundayız. Bu da çocukların bize bağımlı olmasının beraberinde getirir. Temel hakları olan barınma, bakım, eğitim, sağlık haklarının yerine getirilmesinden sorumluyuz. Ama bu fonksiyonel bağımlılığı, psikolojik bağımlılığa dönüştürdüğümüzde kendimiz gibi bireyler, “ahlaklı” bireyler, “inançlı” bireyler, “şu” kişiliğe sahip bireyler yaratmaya çalıştığımızda ortaya çıkan tablo farklı oluyor.

Fonksiyonel düzeyde bağımlı ilişki kurduğumuzda çocuğun özerk ve kendi gibi bir birey olmasına fırsat tanıyarak , eşit iki yetişkin düzeyinde ilişkisel boyutu da geliştirebiliriz. Yani özerk ilişkisel, karşılıklı bağlı ve serin bir ilişki geliştirmemiz mümkün olabilir.

Anne baba denetimine bu açıdan baktığımızda fonksiyonel düzeyde denetim, çocukların sağlıklı bireyler olması için gerekli ve yaşamsaldır. Psikolojik düzeyde bana tabi olsun odaklı denetim ise karşılıklı gelişimin önünde bir engeldir.

Tüm bu paylaşım veli olarak bana ne diyor? derseniz;

• Çocuklar fonksiyonel denetime ihtiyaç duyarlar. Ödev yapma alışkanlığını kazanana kadar benim denetimime ihtiyaç duyduğunu bilmeliyim.

cocuk_ödev

• “Sınava girdik”, “Ödevimiz var”, “Matematikten beş aldık” gibi, psikolojik sembiyoza temel teşkil edecek yaklaşımlardan kaçınmakta fayda var. Ödeviniz yok! Çocuğun ödevi var.

• “Benim çocuğum bunu nasıl yapar?” sorusundan uzak durmakta fayda var. Unutmayalım onu siz dünya ile tanıştırmış olabilirsiniz. Ama o dünyaya geldikten sonra artık tamamen kendine özgü ve biricik. Onun tüm yaptıkları aslında sizin yaptığınız, başardığınız veya başaramadığınız işler değil.
• Kendinize iyi bakın siz ne kadar sağlıklı ve kendinizle barışıksanız o kadar sağlıklı ilişki kurabilirsiniz. Psikolojik yoksunluklar psikolojik bağımlılıklarla sağıltılmaz, onarılmaz.
• Katı denetim (baskıcı tutum) “Benim dediğim gibi olacak” yaklaşımı ne kadar sıkıntılı ise gevşek denetim (tavizkar tutum) “Onun dediği gibi olsun” yaklaşımı da bir o kadar sıkıntılı. Aile kavramında demokratik ilişkiden bahsedilemez. Demokrasi eşitler arası ilişkidir. Çocuk sizinle eşit birey olana kadar size bağımlıdır, sizin ona karşı sorumluluğunuz vardır. Bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirdiğinizde özerk- ilişkisel benlik geliştiren bir birey yetiştirmiş olursunuz.

Erçin Kimmet
Psikolog- Eğitimci
Eğitim Danışmanı

Kalev İlkokulu

*Çiğdem Kağıtçıbaşı; Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi Kültürel Psikoloji, Koç Üniversitesi Yayınları, 2012

‘Derleyenler: Melike Sayıl – Bilge Yağmurlu; Ana babalık: Kuram ve Araştırma Çiğdem Kağıtçıbaşı Kültür ve Ana Babalık, Kuram ve Uygulama Çıkarsamaları. sayfa 61-79, Koç Üniversitesi Yayınları, Aralık 2012

Share